Bakan Bozdağ, “Uluslararası Hukuk Klinikleri Sempozyumu”nun açılış konuşmasını yaptı

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, “Uluslararası Hukuk Klinikleri Sempozyumu”nun açılış konuşmasını yaptı.

Sempozyumun açılışına Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kenan İpek, HSYK 1. Daire Başkan’ı Halil Koç, Bakanlık yöneticileri ve akademisyenler katıldı .

Bakan Bozdağ, “Dünyada ve Türkiye’de Klinik hukuk Sempozyumu”nun açılışı konuşmasında şu konulara değindi:

“Hukuk hayatımızın her alanında doğumdan önce, ölümden sonra ve hayat esnasında kuşatan çok büyük bir bilimdir. Bu çerçevede de bunun aynı büyüklükte ilkeler tarafından dikkate alınması, önem verilmesi ve çalışmalar yapılması gerekmektedir.

Hepimiz biliyoruz ki iyi kanun, kötü hukukçular elinde çok kötü sonuçlar verir. Kötü kanun da iyi hukukçular elinde çok iyi sonuçlar verir. Kanun iyi, hukukçu da iyi olursa sonuçların çok daha iyi olacağı su götürmez bir gerçektir. Pozitif hukuka hayat veren bizzat uygulayıcıların kendisidir. Yasa koyucu neyi murat ederse etsin nihayetinde uygulayıcı o kanun maddesine bir anlam yüklemekte, önündeki pratik soruna doğrudan o uygulamaktadır. Bu nedenle yasalardan ziyade, yasaların ruhundan ziyade uygulayıcıların o yasalara verdiği anlam üzerinde de hepimizin ciddiyetle durması gerektiğini de vurgulamak isterim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonunda Türk Ceza Kanunu görüşmeleri sırasında, o zaman Yargıtay Başkan Vekillerimizden Sayın Osman Şirin, şimdiki 216 eski ceza kanunundaki 312.maddenin müzakereleri sırasında soyut tehlike, somut tehlike tartışmaları yapılırken orada şöyle bir ifade kullandı: ‘Siz buraya ne yazarsanız yazın, uygulama yüzde 95’tir, kanun yüzde 5’tir.’ Meclis’in yazdığının önemi esasında yüzde 5’lik bir ağırlık ifade eder. Yüzde 95 uygulama dedi ki Osman Şirin, hepimizin bildiği gibi gerçekten yetkindir; ceza hukuku alanında çok başarılı olmuş birisidir. Eleştirdik biz kendisini ama söylediği gerçeğin başka bir biçimde ifadesidir; zira somut tehlikenin ne olduğuna kim karar verecek? Uygulayan karar verir. Soyut tehlikenin olduğuna kim karar verecek? Uygulayan karar verecek. Kastın niteliğine kim karar verecek? Uygulayan karar verecek. Baktığınız zaman kanunda ortaya koyan konulan esasların, ölçülerin tamamen ne olduğuna, önündeki somut olayla ilişkisine uygulayanlar karar verecekler.O nedenle uygulayıcıların iyi yetiştirilmesi temel bir sorundur dünyada.

Tüm ülkeler iyi hukukçular yetiştirmek için çok büyük yatırımlar yapıyorlar, çok büyük çalışmalar yapıyorlar. Türkiye olarak biz de iyi hukukçular yetiştirmek için bir yandan hukuk alanını daha fazla rekabete açarak öte yandan çok nitelikli akademisyenler yetiştirerek, avukatlar, hâkimler yetiştirerek ve onlara daha fazla imkânlar sağlayarak, ülkemizin yetiştirdiği çok çalışkan ve iyi olanların bu alanı seçmeleri için teşvik edici adımlar atarak bu alanı daha iyi hale getirme konusunda gayretimiz, çabamız devam ediyor. Bundan sonra da devam edecektir.

Yargıya güven ve yargının sunduğu hizmetlerden memnuniyet, dünyanın her tarafında her daim tartışma konusu olmuştur. Türkiye’mizde de tartışma ve eleştirme konusudur. Yargıdan memnuniyet ve yargıya güven, kararlarla elbette tesis edilecektir. Sadece verilen kararlar açısından bakar ve bu kararı verenlerin yetişmesi ve diğer hususlarıyla ilgili konuya eğilmezsek o zaman yargıya güven, yargıdan memnuniyet konusunda arzu ettiğimiz neticeyi elde edemeyiz.

Bakanlık olarak Türkiye’nin adalet politikalarını soruşturulması, geliştirilmesi ve sorunlarının giderilmesi konusunda ciddi çalışmalar yürütüyoruz. İşte yargıya güven ve yargıdan memnuniyet noktasında da bir dizi çalışmayı yargı reformu stratejisi kapsamında Türkiye kamuoyuyla paylaştık. Belki şu anda Türkiye kamuoyu bu çalışmaların ne anlama geldiği konusunda farklı kanaatlere sahip olabilir. Ama biz biliyoruz ki bunların hepsini bir araya getirdiğimizde sonuçları bakımından yargıya güven ve yargı hizmetlerinden memnuniyet, vatandaşımızın yargıyı denetlemesi, yargının hesap verilirliğini güçlendirmesi bakımından son derece önemli adımlardır. ”

YARGIDA ZAMAN YÖNETİMİ

“Yargıda Zaman Yönetimi dediğimiz konu ayrı bir öneme haizdir. Uzayan yargılamalar, geciken adalet, çok fazla zaman kaybı ve fazlaca harcama yapılması hepimizi rahatsız etmektedir. Onun için yargının 2017’den itibaren önüne gelen her uyuşmazlıkla ilgili vatandaşımıza işinin ne zaman içerisinde sonlandıracağına dair bir belge vermesi uygulamasına geçilecek ki bu da yargının vatandaş tarafından denetlenmesi ve yargının aldığı işi bitireceği konusunda kamuoyuna taahhütte bulunması ve daha doğru bir ifadeyle kendisine işi düşene taahhütte bulunması son derece önemlidir. Hem hızlandıracak hem de herkesi kendi işine daha iyi sarılmasına, sahip çıkmasına yol açacaktır. Bu da son derece önemli gördüğümüz bir başka adımdır.

Öte yandan ‘Adli Veri Bankası’ dediğimiz banka da yargının her yıl değil, her gün adeta tomografisini çekecek çok güçlü bir sistemi hayata geçiriyor. Bu sistem dünyada da ilk olacaktır; çünkü bizim düşündüğümüz ve planladığımız proje gibi şu anda dünyada uygulanan bir proje henüz yok. Olanlar da bizim düşündüğümüz kadar kapsamlı ve içerikli değil. O yüzden bu proje de son derece önemli sonuçları ortaya koyacak. Tüm bunların tamamı yargıya giden ve yargıdan memnuniyeti de arttırıcı sonuçlar doğuracağına hiç ama hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

Öte yandan hukuk eğitimi konusu, hâkim ve savcı adaylarının meslek öncesi ve meslek içi eğitimleri konusunda son derece önem arz etmektedir. Sadece hâkimlerin meslek içi eğitimiyle biz ilgilenirsek meslek öncesi eğitimiyle ilgilenirsek gördük ki iyi hukukçuları yetiştirme imkânımız yok. İşin esası ta ortaöğretimden başlıyor. O nedenle Milli Eğitim Bakanlığıyla bir protokol imzalayarak hukuk ve adalet derslerini seçmeli dersler arasında yer verilmesini sağladık ve diğer derslerde de hukuka, adalete önem atfeden parçaların ortaöğretim kitaplarında yer almasının sağladık ki iyi yetişen, çok çalışkan ve zeki çocuklarımızın hukuk alanına doğru yönelimini ta ilköğretimden itibaren bunu sağlayalım diye.

Öte yandan hukuk fakülteleri bu alanda en önemli vazifeyi görüyorlar. İşin temelini hukuk fakültelerimiz alıyorlar. Hukuk fakültelerimizin çok iyi eğitim vermeleri son derece önemli. Tabi oraya çok iyi, nitelikli öğrencilerin gelmesi de bir o kadar önemli. O nedenle YÖK Başkanlığıyla Adalet Bakanlığı ortak çalışmalar yürütme kararı aldı. Bildiğiniz gibi geçen sene YÖK Başkanlığı, hukuk fakültelerine kota koydu ve ilk 150 bine giren öğrenciler arasından hukuk fakültelerine öğrenci alınacağını açıkladı. Bu son derece önemli ve somut bir gelişmedir; çünkü hukuk fakültesi, öğrencide belli bir kaliteyi araması şart olan fakültelerin başında gelmektedir. Bu açıdan öğrenci kalitesini sağlama konusunda onun son derece önemli olduğuna inanıyoruz.”

HUKUK FAKÜLTELERİNİN EĞİTİM SİSTEMİ

“Öte yandan hukuk fakültelerinin eğitim sistemi üzerinde de hep beraber durmamız lazım. Adalet Bakanlığı olarak bizim, hukuk eğitimi konusuna doğrudan müdahil olmamız elbette doğru değil. Biz onu çok iyi biliyoruz ama hukuk eğitimi alanları en fazla istihdam eden Bakanlık olarak bizim de istihdam ettiğimiz kişilerin iyi yetişmesi hususunda söz söylemeye hakkımız olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle bu ne YÖK’ün işine karışmaktır ne hukuk fakültelerinin işine karışmaktır. Bu, bizim ihtiyaçlarımızı YÖK’e ve hukuk fakültelerimize iletmek ve ihtiyaçlarımız doğrultusunda da eğitimin şekillenmesine katkı vermek anlamını taşır. Bazıları bunu ‘Adalet Bakanlığı bizim işimize karışmasın!’ diye yormasın; kimsenin işine karışmıyoruz ama kalp ameliyatını bizdekiler yapıyor, eksikleri biz görüyoruz, belli sıkıntılar yaşanıyor. Siz yetiştireceğiniz kalp cerrahlarını ona göre yetiştirin. Biz onları iletirsek bu, hukuk fakülteleri için eksiklik olmaz, bizim için de bir fazlalık olmaz; vazifemizi yapmak anlamına gelir. O nedenle hukuk fakültelerinin eğitim süresi, hukuk fakültelerinin müfredatı, hukuk fakültelerinde okutulan zorunlu dersler ve diğer seçmeli dersler konusunda hepimizin oturup enine boyuna tartışmasında fayda vardır. YÖK Başkanımız Sayın Yekta Saraç Bey sağolsun; büyük bir yakınlık gösterdiler. Hukuk fakültelerimizin dekanlarıyla 2015’in aralık ayında bir araya geldik, bu konuyu bir ön tartışma olarak masaya yatırdık birlikte. YÖK ile bir hukuk eğitimi komisyonu kurduk ve bu komisyon çalışmalarını sürdürüyor. Onun ortaya koyacağı sonuçlar üzerinden önceki dönemde Bakanlık olarak bizim atacağımız adımları atacağız. YÖK’ün atacağı adımlar olduğunda da YÖK Başkanlığımız bu konudaki adımları tereddütsüz atacağını ifade ettiler.

Sadece bu, eğitimle alakalı konu değil. Şimdi, bizim yaşadığımız en büyük sorun ne diye sorarsanız; bana göre ‘Hukuk kurallarının yorum sorunu.’ Yorum; tartışmasız belli bir zekâyı, belli bir bilgiyi gerektirir. Zekâyı, bilgiyi, muhakeme kuralları çerçevesinde çok iyi kullanmayı da gerektirir. Bunu kim verecek? Bunu, hukuk fakültesindeki eğitimde bizim en iyi şekilde verebilme imkânımız oluyor. O zaman yorum işini kolaylaştıracak şeylere bizim daha önem vermemiz gerekir. Hukuk felsefesini bizim iyi bilmemiz lazım. Kanunlarda gerekçe yazılıyor. Esasında bu gerekçe o maddenin felsefesidir, o maddeyi doğrudan anlayıştır. O maddeyi ne doğurur, hangi gerekçeye dayanıyor? Yorumlarken siz kendinizi o felsefeden kopardığınızda o zaman siz yasa koyucu yerine geçiyorsunuz; kendiniz bir felsefe ihdas ediyorsunuz. Kanunu değil; kendi aklınızı, bilginizi kanun yerine koyup onu uyguluyorsunuz. İşte orada kanun devletini hâkim ve savcı eliyle yok etmiş oluyorsunuz. Kanun maddesini beğensek de beğenmesek de doğru ya da eğri de görsek, onu doğru uygulamakla mükellef olduğumuz bir gerçektir. Bizim bu noktada çok iyi bir yorum gücümüzün olmasında fayda vardır.

Bu gücü biz tek başımıza veremeyiz. Hâkim ve savcıların meslek öncesi eğitiminde bunu tek başına, bunu başarılı bir şekilde verebilme imkânı yoktur. Bunu kim verecektir? Bana göre hukuk fakültelerimiz verecektir; oradaki değerli hocalarımız verecektir. Sadece bilgileri ezberletmek değil; o bilgilerden sonuç çıkartmak ve o bilgileri sağlıklı değerlendirmek, yorumlamak. O yeteneği biz kazandırsak, bilgiler zaten kitapta yazıyor; açar, bakarız. E şimdi internet var, başka imkânlar var; onları da açar, biz oradan bakarız. Ezberlemek, marifetli bir adam olmak anlamına bana göre gelmiyor. Belki çok fazla depoda bilgisi olan adam var ama o bilgiyi doğru kullanmak, o bilgiyi doğru yorumlamak, o bilgiyi doğru uygulamak son derece önem arz ediyor. Bizim Türkiye’de yaşadığımız sorunların başında bunun geldiğini ifade etmek isterim. Sadece bizde değil başka ülkelerde de bu konuda büyük sorunlar olduğunu ben yakinen görüyorum. Onun için de diyorum ki hukuk fakültelerimizde mutlaka bu konular üzerinde daha fazla emek sarf edilmesi, daha fazla buna önem verilmesi gerekir. Her dersin kendi içinde bir yorumu olabilir; onu ilgili hocaları mutlaka verecektir ama bu noktada sadece hukuk usulüne, sadece hukuka girişe işi yüklersek o zaman hatanın büyüğünü yaparız. Esasında bu derslerin hocalarının salt görevi deği, bana göre hukuktaki bütün dersi veren her bir hocamızın ana görevlerinden birisi de budur. ”

“HUKUKUN KENDİNE HAS BİR DİLİ VARDIR”

“En önemli sorunlarımızdan birisi de hukukun dil sorunudur. Hukukun kendine has bir dili vardır, kavramsallaştırması vardır. Bu kavramların ifadesi var ve bunu bizim doğru bir şekilde yapmamız gerekir. Ben buna ‘Hukuk Türkçesi’ diyorum. Gerçekten bizim hukuk Türkçesine başka ülkelerin de hukuk Almancasına, hukuk İngilizcesine yani herkesin hukuk literatürü üzerine inşa edilmiş çok sağlam bir hukuk diline ihtiyacı var. Şu anda bizim hukuk literatürümüzün de bu sağlıklı zemine oturma konusunda sıkıntıları olduğunu görüyorum. O nedenle de hukuk literatürü konusu üzerinde de ciddiyetle durmamız gerekiyor ve buna yürekten inandığımı da ifade etmek isterim. Hâkim ve Savcıların meslek öncesi ve meslek içi eğitimleri, bizim için son derece önem arz ediyor; avukatların meslek öncesi ve meslek içi eğitimleri de son derece önem arz ediyor. İzmir de yaptığımız son toplantı, çalıştay bu açıdan çok önemli sonuçlar ortaya çıkaracaktır ve biz bu çerçevede adımlar atacağız ve yeni dönemde hukuk fakültelerimizle düşündüğümüz anlamda iş birliği yaparsak sadece haftada bir teorik anlatımın yapıldığı eğitim yeri olmaktan çıkıp uygulamalı hukuk eğitiminin olduğu bir döneme Türkiye’nin girmesinde büyük fayda olduğuna inanıyoruz. Mahkemeyi görmeden, hakimi görmeden, avukatı görmeden bir meselenin çözümünde ne tür işler yapıldığına en ufak bir hukukiyeti olmadan; sadece tahtaya yazılan pratiklerin çözüldüğü veya hocanın verdiği soruların sınavda analiz edildiği ezberci bir anlayışın ötesinde, işi mahallinde gören uygulamaya önem veren bir yaklaşımın öncelikle hukuk fakültelerimizde hâkim olması gerektiğine inanıyoruz.

Hâkim, savcı adayları konusunda da bir büyük sistem gerçekleştirmeye ihtiyacımız olduğuna da biz yürekten inanıyoruz. Bu nedenle hâkim ve savcılarımızın, avukatlarımızın birlikte bir sınava tabi tutulmasının ayrı bir avukatlık sınavı yerine; ayrı bir hâkimlik, savcılık sınavı yerine tek bir sınava girmesi ve bunlardan hâkim, savcı mülakatına girenlerin işe başlaması ve diğerlerinin avukatlık stajına devam etmesi – belirginlik olması suretiyle- önümüzdeki dönemde üzerinde duracağımız önemli konulardan biridir; bu konuda ciddi bir adım atacağız ve avukatlığı da staja bağlamış olacağız. Belli bir kaliteyi tutturmak için de gerekli altyapıyı oluşturacağız.

Hâkim ve savcı yetiştirilmesine de hakim, savcı adaylığı yardımcılığı müessesesini yeniden ihdas etmeyi tartışıyoruz; çünkü sadece Akademi’de verilen eğitim ve adliyelerde görülen kısıtlı teorik eğitimle beraber iyi sonuçlar alamadığımızı görüyoruz. Onun yerine her hâkimin yanına bir hakim adayı, her savcının yanına bir savcı adayını yardımcı olarak atayıp bir kişinin bir kişiyi yetiştirdiği, adeta bir usta çırak ilişkisini bizim devreye sokmamız lazım. Şu anda biliyorsunuz; tıpta ciddi uzmanlık veriliyor ve ne yapılıyor? Beyin üzerine uzmanlaşıyor hekim ve hocasının nezaretinde bu işleri de yapıyor. Daha sonra geçip en karmaşık beyin ameliyatlarını o uzman yapabiliyor. Öyleyse biz hâkim ve savcı adaylarımızı bu konuda gerçekten yetenekli ve iyi yetiştirecek hâkim ve savcılarımızın yanına yardımcı olarak koyduğumuzda, ciddi bir yargılama yapmaya başladığında pek çok sorunu çok daha rahat, kendinden emin bir şekilde söyleyeceğine yürekten inanıyorum. Burada da uygulamaya çok büyük önem vereceğimizi buradan bir kez daha ifade etmek isterim. Eskişehir’deki hukuk fakültemizin değerli dekanına ve bu konuda çalışan arkadaşlarına hem de Ankara Üniversitesi’nden Hukuk Fakültesi’nin saygın dekanına; hocamıza ve değerli çalışma arkadaşlarımıza bize hukuk klinikleri konusundaki çalışmada verdikleri destek dolayısıyla ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

İnşallah tüm hukuk fakültelerimiz, barolar birliğimiz ve illerdeki barolarımızla işbirliği içerisinde sadece hakim ve savcılarla değil; avukatlarımızla da işbirliği içerisinde bu konuyu pratiğe dönüştürmek, daha eğitimin ilk yıllarında başlayarak pratikle hukuk fakültesi öğrencilerinin tanışmasına imkan sağlamak konusunda büyük başarılar ortaya koyarlar. Bugün bu sempozyumda uluslararası konuda çok uzman, çok iyi yetişmiş saygın misafirler var; onun için bu sempozyuma katılan uluslararası, bu konuda uzman olan, çok değerli uzmanlarımıza ayrı ayrı teşekkür ediyorum. İnşallah onlar da yaptıkları sunumlarla, ortaya koyacakları fikirlerle bizim bu çalışmamıza ışık tutacak, bizim de istifade edeceğimiz önemli işler ortaya koyacaklardır. Ben bu vesileyle yurtdışından gelip bizim bu sempozyumumuza katılan saygıdeğer uzmanların her birine Adalet Bakanlığı ve ülkem adına ayrı ayrı teşekkür ediyorum.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.